Le Suicidé, Edouard Manet, ca. 1877

İşte! Kendi Sonunu Ölen Bir İnsan

Ⅰ. BÖLÜM

Edouard Manet tarafından 1877 senesinde boyanan ve sanat tarihçilerince tasnife pek de oturtulamayan bir sıradışı işi; Le Suicidé (intihar) başlıklı tabloyu görücüye çıkaracağım. Fakat sanıyorum önce biraz Edouard Manet’in sanat anlayışından, hiç değilse bu tablo hakkında sohbet edebilecek kadar bahsetmek faydalı olacaktır.

Dönemin Fransa’sına akademik gelenek olarak da anabileceğimiz klâsik mitolojiden bir sahnenin idealize edildiği, epik pozlar veren figürlerin kusursuzca boyanıp cilalandığı bir resim anlayışı hakimdi. Bu noktada akademi dediğimiz yapının, bugün olduğu gibi o yıllarda da engizisyondan çok da farklı olmadığını söyleyebiliriz. Onlar gibi düşünüp davranmazsanız eğer Katolik Kilisesi’nden aforoz edildiğiniz gibi akademik çevrelerden de dışlanırsınız. Bugün resim tarihinde önemli bir yer tutan empresyonizm de özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra bu şiddetli tepkilere mâruz kaldı. Edouard Manet’i tam da bu dilemma var etti desek abartmış olmayız. Çünkü Manet, bir yandan geleneksel sanat çevrelerinde kabul görmek, bir yandan da kendi izlenimlerini sergilemek istiyordu. İşte sanatçının kendine has empresyonizmi böyle doğdu.

le buveur dabsinthe
Le Buveur d’absinthe, Edouard Manet, ca. 1859

O yıllarda çevrelerce kabul görmenin başat göstergesi, Paris Salonu sergilerinde yer almaktı. Manet de hayatı boyunca yer yer başarılı olduğu bu mücadeleyi vermekten çekinmedi. 1859’da Salon’a ilk işi olan ve sanatçının gündelik yaşantıyı resmin konusu hâline getirme arzusunu açıkça ele veren Le Buveur d’absinthe, yalnızca reddedilmekle kalmamış, sanatçının alay konusu haline gelmesine de sebep olmuştu. Manet; çok değil, yalnızca iki yıl sonra Salon’a bu sefer iki tablosu ile beraber kabul edilecek ve hayatı boyunca bu baraja çarpıp duracaktı.

Manet denildiğinde akla evvela Olympia, Le Déjeuner sur l’herbe, yahut yakın dostu Charles Baudelaire’e de rastladığımız La Musique aux Tuileries gibi tablolar gelir elbet. Fakat benim için oeuvre içinde en etkileyici iş her zaman Le Suicidé olmuştur.

İşte! Kendi Sonunu Ölen Bir İnsan
Le Suicidé, Edouard Manet, ca. 1877

Tuval üzerine yağlı boya çalışılan bu eser, orijinali 38×46’lık görece ufak bir iş olarak karşımızda duruyor. İmzanın sağ alt köşeye iliştirildiği tabloda bazı mobilyalar ve kompozisyonun merkezine yerleştirilmiş, çağın şartları gözetildiğinde hoş giyimli müntehir bir adam görüyoruz. Figürün gövdesindeki ve yerdeki kan izleri hemen göze çarpıyor. Ağızdaki nefes almaya çalışırcasına oluşmuş açıklık, yüzdeki dehşetengiz ifade ve hala elden düşmemiş olan tabanca ölümün henüz gerçekleşmediği izlenimi uyandırıyor. Işık ve renk paleti tercihindeki ustalık ile fırça darbelerinin tâbiri caizse hoyratlığı intiharın soğuk, alelade ve fakat debdebeli iklimine hizmet ediyor. Eserde intiharın sebebine ve en önemlisi sanatçının intihar hakkındaki ahlaki konumlanışına dâir herhangi bir done göremiyoruz. Bu haliyle Manet’in kompoze ettiği an; bir yandan yalnızca eylem olarak insanın bedeni üzerindeki mazoşist bir deneyimi iken, bir yandan da kavramsal bir intihar olarak insan-gerçekliğinden soyutlanıyor.

Bir başkasının ölümünü tecrübe etme imkanını realize eden Le Suicidé; onu seyredenlere, benim ikinci bölümde çıkacağım gibi imajinatif yolculuklar vadediyor. Belki de bir an için bile olsa böylesi bir yolculuk, ölüm ve yaşamın tek bir frekans olduğu o yerin mide bulandırıcı ve fakat anacıl çehresi olan intiharı anlamamıza yardım eder.

Ⅱ. BÖLÜM

“Niçin ölmek istiyorsun?’’ diye sordu doktor… Adam, uzaktaki evin çatısına kiremit dizen kadını seyrederken “Bir kocası yok mu bu kadıncağızın?’’ diye düşünüyordu. Doktor boğazını temizlermiş gibi bir öksürüğün ardından sorusunu tekrarladı; “Niçin ölmek istiyorsun?’’ Başını pencereden çevirirken adam, “Aslına bakarsanız…’’ dedi ve ekledi;

“Hiçbir insan ölümü arzulamaz. Bu daha çok hayata dair, onun olanca ağırlığına galip gelecek bir şeyi arzulamamak ile ilintilidir. Bir nevi kan uyuşmazlığı olarak da düşünülebilir elbet. Bu tür bir uyumsuzluk için Camus, elimizden umudu alıp yerine başkaldırıyı verir. Umudu elimden aldığı için Camus’ye minnettarım. Nitekim gelecekte ihtimali olan bir hazzın hazzıyla ertelenmiş ödüllerin sarhoşluğundan kalan bir sevgi dinine talip olmayacağım. Fakat başkaldıracak halim olduğu da söylenemez. İnsan müntehir doğmuş ne yazık. Bu haliyle yaşamın, insan varoluşunun başına gelmiş uzun soluklu bir felaket olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz sanıyorum. Böylesi bir şeyin dayanılmaz ağırlığından bahsetmeye gerek yoktur herhalde. 

Oysa Epikuros, yaşadığımız sürece ölümün olmadığından bahseder. Yani ben yaşarken ölüm yok, ölüm geldiğinde ise ben orada olmayacağım. Ölüm bizim için hiçbir şeydir ve hiçbir şeylerin bir ağırlığı olmaz. İnsanın kendi varoluşunun çobanı olabileceği bu hacimsiz ovadan daha iyi bir yer düşünemiyorum. Benim ölümüm ise ölüm diye deneyimlediğim başkalarının ölümü gibi bir başkasının deneyimi olarak anılabilir, bu dünya denen insan-gerçekliğinde. 

Ölmek ne müthiş bir çaresizlik ve kulağa ne kadar edilgen geliyor öyle değil mi? Benim edilgenleşmem için bir sebep dairesi çizilebilir elbet. Fakat edilgen olduktan sonra bir sebebe ihtiyacım yok. Artık her şey bir tür mâruz kalmadır. İnsanın eninde sonunda özgürlüğün tutsağı olduğu bu yapıp etmeler düzleminde ben, bilge satir Silenus’un insan için ikinci iyisine kulak kabartıyorum. Çünkü birincisi için epey geç kaldım. Bir türlü kendini kusamayan bu hayat bir deneyim sahası ise, insanın tadabileceği en mutlak deneyim hem edilgen hem etken olduğu yegane şey olarak intihardan başka ne olabilir ki? 

İntihar; anlaşılmamış bir dünyanın kaçış dehlizi olarak ölüme sürüklenmek değil, insanın varoluşa coşkunabilmesi için sırtında taşıdığı devasa haçı indirecek kendinde değerinden başka bir güç ummayışıdır. Daha büyük bir zevki tahayyül edemiyorum. Buradan çıkıp evime döneceğim. Bir ağlama krizinden sonra gelen o fevkalade rahatlıkla kendi varoluşumu, varlığın ağırlığı olmadan kucaklayabilmek için yatağımın kenarına oturacak ve tanrılar Dorian Gray değil, Quasimodo gibi çirkin olan yüzüme bakıp “Ecce Homo!’’ diye bağırırlarken bir altıpatlar ile kendimi göğsümden vuracağım.’’

Kapak Fotoğrafı: Le Suicidé, Edouard Manet, ca. 1877