Beni Pille Çekin

Güncelleme Tarihi: 18 Ağustos 2023

Cadde kıyısında bir kafede, son zamanlarda en sevdiği şeyi sipariş edip bekler: Cold Brew. Hemen fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaşır. Yaptığını gören var mı diye etrafına bakınır. Sonrasında yan masalardaki ve sokaktaki herkesin delirmiş olduğu hissine kapılıp panik olur. Son zamanda sık olmaya başlamıştır bu. Aylar önce haberlerde izlediği adam gelir aklına. Çırılçıplak caddelerde gezip “Beni pille çekin. Beni pille çekin.” diye bağırıyordu adam. O an bütün umudunu yitirir. Sonra asıl delinin kendisi olduğu hissine kapılır. Hangisinin daha korkunç olabileceğini düşünür. 

Kendi deliliğinin mi, etrafındakilerin ya da bütün dünyanın mı? 

Eğer tek normal kendisi olsaydı, yani napalım böyle olsaydı işte, belki diğerlerini yönetebilirdi. İlk aklına gelen bu olur. Ama ya deli olan sadece kendisiyse? Onun gibi deliler varsa da, deli delinin halinden ne anlar!

Gene işi akıllılara düşecektir ayrıca ve kimbilir, ardından neler söylenecektir. O bilsin yahut bilmesin, yaptığı birçok şey bundan kaynaklanıyor zannedilecektir. Bir an soluklanır, bunu düşünmemeye karar verir. 

Karar vermeye karar verir daha doğrusu. 

Çünkü normalde karar vermesi zaman alır. İnsanlarla bir araya gelip ilk kadehte iş yaşamını, ikincide ülkeyi, üçüncüde dünyayı kurtarmayı, iyice sarhoş olduktan sonra yanında taşıdığı tel tokayı kafasına tutuşturup, taksiye atlayıp, kedisiyle yaşadığı evine dönmeyi özlemiştir. Çok ama çok garip bir şeye şahit oluyordur son zamanlarda çünkü. 

Bütün dünya, sanki gittikçe küçülüyordur gözünde. Birbirimize bir ölüm mesafesi kadar uzak olmakla beraber, ölümün sorumluluğu her türlü sadece bize, yani kendimize ait diye düşünür. 

Ekmek pişirmekle, kıyafet ayıklamayla, sigarayı bırakma planlarıyla –ki bunu günün kalan her saatine yaymıştır- süresi fazla uzun olmayan bir şeyler izlemekle, ara sıra da yediklerini yakmak için spor yapmakla geçer zaman. 

Squat ve mekiğe inandığı kadar hiçbir şeye inanmaz artık. 

Üzgünken az, mutluyken çok yediği günler geride kalır. Duyguları tek bir devlet altında toplanmıştır artık. Nadiren bir bir şeyler karalasa da yaptıklarını ekseriyetle siler. Bir ara kanalları gezerken bir belgesele denk gelir. Kurumuş bir göletin etrafına bir umut toplanmış hayvanların, değil avlanacak, yaşayacak hali dahi kalmamıştır. 

Artık hava kaç dereceyse, yakın planda gördüğümüz zebra ölürken gözlerinden yaş geliyordur. 

Ya da ona mı öyle gelmiştir? Dayanamayıp kapatır. “İnsanlar, nasıl başka varlıkların ölümlerini izlerken zevk alabilir? Ya belgeselciler? Sırf işlerini yapmak adına, gidip su bulacaklarına ki; –her iddiasına vardır, insan istese bunu da yapar- oturmuşlar bu katliamı kaydediyorlar. Hem de bilmem kaç derecenin altında!” diye romantik bir fikre kapılır. Başka bir kanala geçer. Bu defa siyahi George Floyd’un öldürülme anı vardır ekranda.  

“Bir çeşit pornografi bütün bunlar da…” 

…diye söylenir kabarmamış kekini yerken. İnsanlar birilerinin yaşamını yitirmelerini kaydediyor, izliyor, izlettiriyordur. Elbette bu sayede dünya bu olayı görmezden gelmeyecektir. Hem de var olan büyük bir salgına rağmen. Evet bunlar gerçekler ve gerçekler görmezden gelinmemelidir elbette. Ama artık ne olduysa olmuştur ve bir şeyler değişmiştir. Her şey kayıt altına alınmaktadır ve bu yüzden olaylara müdahale rafa kalkmıştır. Belki de teknoloji denen şey, gerçeğe kafa tutmaktır. İşe yaradığı zamanları bir kenarda tutarsak, çoğumuz teknolojinin, yaşamın büyük bir kısmında gerçek mutluluk olduğunu sanıyoruzdur. 

Yanımızda kameraya dair herhangi bir şey varken, olaylara müdahaleden kaçınma eğilimi, onu seyretme ve seyrettirmeye ve böylelikle takdir almaya yardımcı olduğu için yaygın olabilir. 

Allah vere de yirmi sene sonra, veletler yolda giderken onu ve yaşıtlarını ittirip kaktırmasalar, ardından fotoğrafımızı çekip yayınlamasalar, diye hızlıca dua eder. Haber saatinde daima evde olur. Neden bütün kanallar aynı anda habere başlar? “Rekabet büyük ihtimalle,” der. Rekabet bile var olmak için bir neden sayılabilir. Ayrıca hepsi sonunda, hayvan veya çocukların rastgele yaptığı bir olayın videosunu sunup sempati toplar ve seyirciyi gözü yaşlı koymaz. 

Gene kadın cinayeti vardır memleketinde. 

İzlerken olan bitenden ötürü kendini suçlar. Herkes bir suçlu aramıyor mudur işte? O da kendini suçlar boş makarna kasesine bakarken. Kedisine dönüp, “Daha çok yemeliyiz” der. Daha çok yemeliyiz ki, kimse bize dokunamasın. Gittikçe büyümeliyiz. Neredeyse dünya kadar şişmeliyiz ki tek rakibimiz dünya olsun. “Modası geçmiş manda muamelesi görürsek, kimse bize sahip olmak istemez ve tehlikede olmayız biriciğim” der. Kedi de buna dünden razıdır. O gece gördüğü kabus diğerlerine benzemez. Caddede çıplak koşan deli adam ölmüştür ve bütün dünya yas tutmaktadır. Gökyüzünde ise bu töreni kaydeden kocaman bir vizör vardır. Her beş saniyede bir flaş patlar. Bu flaşlar adeta yıldırım gibidir ve güneş yüzey sıcaklığının birkaç katı ısı verir. Işığa denk gelen insanlar bu sebepten gruplar halinde ölmeye başlar. Kimse kimseye yardım edemez artık. Etmez.  Gözünü açabildiğinde ise kedisi elini yalıyordur. Tekrar uykuya dalmadan deli adamın sözleri yankılanır odada. 

Oda ne kadar karanlıksa adam o kadar pişkinliğe vurur: Beni pille çekin. Beni pille çekin!