27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Özel Röportajı: Kamer Yıldız Ok

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Özel Röportajı: Kamer Yıldız Ok

Bugün 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü! Biz de İzmir Konak’ta bulunan Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde yeni gösterime giren Destansız Gılgameş oyununun yönetmeni Kamer Yıldız Ok ile tiyatro dünyası hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Davetimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkürler. İsterseniz Kamer Yıldız Ok kimdir; onu tanıyarak başlayalım.

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Özel Röportajı: Kamer Yıldız Ok

1981 İzmir doğumlu bir tiyatrocuyum. Kendimi böyle tanımlamayı seviyorum. Çünkü kendimi bildim bileli mesleğim tiyatro. Alaylı olarak da eğitimli olarak da tiyatrocuyum diyorum.  Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları Bölümü: Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı mezunuyum. 16-17 yaşlarında teşrifat yaparak tiyatroya başladım. Birçok tiyatroda çalıştım. Yaklaşık 23 yıldır tiyatro emekçisiyim. O yüzden “Kamer Yıldız Ok kimdir?” sorusuna “Tiyatrocudur.” demek daha doğru.

Her yılın 27 Mart günü, tüm dünyada Tiyatrolar Günü olarak kutlanıyor. Çoğu kültür tarihçisi, tiyatronun kökenlerini mimesis ile yerleşik tarım toplumundan daha önceki çağlara dayandırarak tiyatroyu insanlık tarihinin en eski sanatlarından biri olarak görür. Peki, sizin bakış açınızdan tiyatronun insanlık için önemi nedir? Neden bir tiyatrolar günü kutlamaya ihtiyaç duyuyoruz?

Çünkü tiyatro; insana, topluma, toplumun yapısına, toplumun kültürüne yön veren bir meslek. Dünya Tiyatrolar Günü kutlanmalı çünkü tiyatro, insanın varoluşundan beri olan bir faaliyet. Yüzyıllar geçtikten sonra hala tiyatronun insan için olması gerektiğini savunuyorsak Dünya Tiyatrolar Günü’nü kutlamalı ve tiyatroya hak ettiği değeri teslim etmeliyiz diye düşünüyorum.

“Bizim tiyatromuzda maalesef Batı özentiliği çok fazla.”

Tiyatro kültürü aslında Batı uygarlıklarında yerleşmiş olsa da modern anlamda Anadolu topraklarında son 200 yıldır faaliyette. Türkiye’nin tiyatro tarihi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok kritik bir soru sordun. Birçok tiyatrocuyu kızdırabilecek bir yorum yapabilirim bu konuda. Bizim tiyatromuzda maalesef Batı özentiliği çok fazla. Aslında Türkiye’de tiyatronun girişi de Muhsin Ertuğrul ile birlikte başlıyor. Batı’daki kavramı alıp Türkiye’ye yerleştirmeye çalışıyor. Bu, bizim kültürümüzle uyuşan istediğimiz bir şey mi veya tiyatronun bu anlamda sorduğu soru ya da beklediği cevap batılılaşma mı? Hayır…

Geleneksel olarak baktığımızda Orta Oyunları, Meddah gibi bir kültürden geliyoruz. Biz, gölge tiyatrolarının çocuklarıyız. Peki, bunlar işliyor mu? Hayır işlemiyor.

Aslında şu an değişen toplum düzeni de var. Eskiden olaylar karakterleri yönetirdi. Şimdi ise tiyatroya karakter yön veriyor. Bunun adı batılılaşma olmamalı, çağdaşlaşma olmalı. Türkiye’de tiyatro 200 yıl önce de vardı. Hatta 1960’larda insanlar öğle aralarında oda tiyatroları izlerdi. Bunların yanında köy enstitüleri ve halk evlerinde de tiyatrolar sergilenirdi. Şu an gelinen noktada her yerde tiyatro bölümü olan üniversite var ama mezun yok. Alaylılık ve mekteplilik kavramları birbirine karışmış durumda. Eskiden ikisi de birbirinden ayrı kavramlardı. Çünkü alaylılık için bir hoca ve kültür gereklidir; mekteplilik için de doğru bir eğitim gereklidir. Bugün batılılaşma kavgamızda asıl sormamız gereken soru, “Kendi toplumumuzun tiyatrosunu yapıyor muyuz?” olmalı bence.

Biraz da isterseniz tiyatro emekçilerinden bahsedelim. Siz de tiyatronun her bölümünde yer almış, tahsilini yapmış bir insansınız. Halkımızın tiyatro alanında bir kariyer hakkındaki görüşleri “oyuncu olursan aç kalırsın” gibi önyargılardan oluşuyor. Sizce bu ne kadar doğru? Tiyatro emekçileri halk nazarında nasıl karşılanmalı?

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Özel Röportajı: Kamer Yıldız Ok

Meslek olarak baktığımız zaman tiyatro gecesi gündüzü olmayan bir iş. Özellikle de bir kadın için çok zor bir iş. Bizim toplumumuzda “Tiyatrocu olursan aç kalırsın.” yargısı çok doğru. Çünkü hepimiz adına konuşacak olursam bu noktalara gelene çok kötü deneyimler yaşıyoruz. Uzun süre boyunca birinin asistanlığını yapmak zorunda kalıyorsunuz. Hep birinin yanında emekçi olarak var olup kendi emeğimizi almak istiyoruz ama buna izin verilmiyor.

Ben çözümü kendi tiyatromu kurmakta buldum. Ama şanslıydım, çalıştığım insanlar bana iş öğrettiler. Evet mektepliyim ama aynı zamanda alaylıyım dememin sebeplerinden biri de Işıl Kasapoğlu, Ahmet Leventoğlu gibi çok iyi ustalarla çalışma imkanı bulmuş olmam. Şu anki tiyatromda da yine usta çırak ilişkisini sürdürmeye çalışıyorum. Yanımdaki herkesin tiyatroyu bir meslek olarak görmesini, aynı zamanda herkesin eşit olduğunu hissettirmeye çalışıyorum. Evet, ben bu tiyatronun yürütücüsüyüm ama aynı zamanda sahne de süpürüyorum, asistanım da sahne süpürüyor yönetmen yardımcım da…

Kendi adıma tiyatro emekçileri için ne yapmalıyım dediğim zaman, oyun oynadığımızda günübirlik sigortalarını yatırıyorum çünkü o bir gün bile ileride çok fark ediyor. Ayrıca yevmiyelerini veriyorum zarar etsem bile. Ama “Tiyatro yaparsan aç kalırsın” yargısı toplum yapısını değiştirmezsek, kadına yönelik algıyı değiştirmezsek hep aynı kalacak. Algıyı değiştirdiğimiz zaman tiyatro bir meslek olarak olduğu yeri hakedecek. Hele ki özel bağımsız tiyatrolar olarak seyirciyi bulduğumuz sürece ayakta kalacağız diye düşünüyorum. Bağımsız tiyatronun aslında ödeneksiz tiyatro olduğunu seyircinin anlaması gerekiyor. Eğer seyirci gelmezse nitelikli oyunlar çıkarmakta zorlanırız. Bizim gelir kaynağımız da tek temel taşımız da seyirci.

“Z Kuşağı’nın ironisi, mizahı, topluma bakış açısı çok güzel. Bu ironi ve mizah tiyatronun aslında temelleri. Bu yetilerini tiyatroya yansıtmalılar ki bir kütür yeniden oluşsun.”

Z kuşağı, Türkiye’deki herkesin gündemi. Gençlere tiyatro alanında bir kariyer önerir misiniz? 

Kesinlikle öneriyorum. Ben de bir Y Kuşağı üyesi olarak Z Kuşağı’ndan ümitliyim. Neden ümitliyim diye soracak olursak çünkü Z Kuşağı’nın ironisi, mizahı, topluma bakış açısı çok güzel. Bu ironi ve mizah tiyatronun aslında temelleri. Bu yetilerini tiyatroya yansıtmalılar ki bir kütür yeniden oluşsun. Çünkü şu an kültürümüzü kaybetmek üzereyiz. Gerek toplum baskısıyla gerek otorite baskısıyla. Kimliğimizi edinebilmek için daha çok mizaha ve ironiye yani daha çok Z Kuşağı’na ihtiyacımız var.

Tiyatro yapabilmek için illa güzel sanatlar fakültesine gitmek gerekiyor mu?

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Özel Röportajı: Kamer Yıldız Ok

Günümüz şartlarında gitmek gerekiyor. Nasıl bir doktorun ameliyat yapabilmesi için diplomaya ihtiyacı varsa tiyatro yapabilmek için de artık bir diplomaya ihtiyaç var. Çünkü artık usta yok. Eskiden alaylılık da mekteplilik de bir mertebeydi. Biz şu an o mertebeyi kaybettik. Biz ustalarımızı kaybettik. İnsanlar artık yanında tiyatrocu yetiştirmiyor. Yanına aldığı kişilerin emeğini sömürüyor. Bir tiyatroya gidiyorsun, oradaki bir genç asistanlık yapıyor. İki yıl sonra tekrar gidiyorsun hala asistanlık yapıyor. Hiç mi bilgisi, sözü, edimi yok onun? Bunu kırabilmek adına bizler eğitim kurumlarına ihtiyaç duyuyoruz.

Fakat eğitim kurumlarının da silkelenip kendine gelmesi gerekiyor. Tercih kıstaslarının değiştiği ve her önüne gelenin alındığı okullar var artık karşımızda. Bunun aşılması için de daha fazla insanın tiyatroyu meslek edinmesini sağlamamız, emek sömürüsünün karşısına geçmemiz gerekiyor.

Aslen eğitiminizi dramatik sahne yazarlığı üzerine yaptınız, kariyerinizin büyük bir bölümünde de yazarlık ve yönetmenlik yaptınız. Peki tiyatro açısından yazar-yönetmen ile oyunculuk arasındaki farklar nedir?

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Özel Röportajı: Kamer Yıldız Ok

Çok iç içe geçmiş kavramlardan bahsediyoruz. Bizler sahne sanatlarında eğitim alırken temelde oyuncu, yazar ve tasarımcı olarak ayrılıyoruz. Aslında yönetmenlik olarak ortak ders alıyoruz. Sahne uygulaması derslerine ortak olarak giriyoruz.

Yazarlığın da ayrı bir eğitimi oluyor tabii. Fakat yazarlığın eğitimini almamış ama çok güçlü kalemi olan insanlar da var. Bir şekilde kendilerini eğitebiliyorlar. Yazarlık yönetmen arasındaki geçişlerde yöntemleri araştırmak, tiyatro alanındaki son gelişmeleri takip etmek çok önemli. Yalnızca fikir ile yola çıkarak bir üretim yapmak çok zor. Bizim düzeltmemiz kavramlardan biri de bu. Aslında hepsinin temelinde teknik çalışma gerekiyor. Teknik çalışmayla oynayabilir, yazabilir ve yönetebilirsin.

Hiçbiri birbirinden bağımsız değil. Şahsen ben sahneye çıkmayı tercih etmiyorum. Yazarlığı ve yönetmenliği daha çok tercih ediyorum diyebilirim. Bir başkası oyunculuk ve yönetmenliği bir başkası da yalnızca oyunculuğu tercih edebilir. Fakat bence asıl önemli olan ne yaptığının farkında olmak. Yazar, yönetmen ya da oyuncu. Bunu ciddiye alıp bu alanda kendini geliştirmek çok önemli. Yoksa herkes oyuncu, herkes yönetmen…

“Seyirciye ulaşabilmenin yolu “avangard kafayı” yakalayabilmek. Yani yaptığın işe ve işi yaptığın kültüre de kafa tutabilmek gerekiyor.”

İçinde bulunduğunuz tiyatro eserlerinin büyük bir bölümü avangard tiyatro akımının etkilerini taşıyor. Özellikle bu tarzda eserler üretmenizin sebebi nedir? 

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Özel Röportajı: Kamer Yıldız Ok

Tam da günümüzün sanat anlayışıyla örtüşüyor. Avangard tanımı bizim için ilk oldu, genelde “ötekilerin tiyatrosu” derler. Neden bu tarz? Çünkü toplum böyle, çünkü gençlik böyle… Artık her şey iç içe geçti. Bizim tek bir klasik açıdan bakmamız demek, günümüz seyircisine ulaşamamamız demek. Seyirciye ulaşabilmenin yolu “avangard kafayı” yakalayabilmek. Yani yaptığın işe ve işi yaptığın kültüre de kafa tutabilmek gerekiyor. Klasik çizgiyi kırıp “Şu an neredeyiz?” sorusuna doğru bakabilmemiz lazım.

Klasik metinli oyunları izlemeyi de çok severim. Klasik yapıdaki oyunlarda daha çok olaylar vardır, karakter yoktur. Klasiği yıkmak ve dağıtmak, oyunları karakter merkezli hale getiriyor. Biz daha çok oyuncu odaklı bir tiyatro yapıyoruz. Belki de bunun avangardlığı burada. Tiyatro Kalemi’nde yazarın öne çıkmasından daha çok oyuncuyu öne çıkarmayı istiyoruz.

“Neden Gılgamış’ın destanı yok, çünkü dert aynı dert. O da ölümsüzlüğü arıyordu biz de.”

İsterseniz yeni gösterime giren Destansız Gılgameş oyununuzdan bahsedelim. Sizce Destansız Gılgameş neyi anlatıyor? 

Destansız Gılgameş, çağlar boyunca yaşanan mitlerin ve destanların aslında bir uydurma olduğunu anlatıyor. Yüzyıllar boyu insanlar hep inanacak bir şeyler peşinde koşmuş. Bu inanç tanrı, tanrıça yaratmayı doğuruyor.

Neden Gılgamış’ın destanı yok, çünkü dert aynı dert. O da ölümsüzlüğü arıyordu biz de. Botoks, estetik gibi şeylerle biz de ölümsüzlüğü arıyoruz aslında. Bütün kadınlar ve erkekler birbirine benziyor, kendine has olmayı kaybediyoruz.

Destansız Gılgameş’te anlatmak istediğimiz; tam da insanın kendine haslığını kaybettiği bu dönemde, aslında geçmişte de insan insandı şimdi de insan insan düşüncesi. Aslında insanı anlatıyor diyebiliriz.

İnsanlık kültürünün en eski anlatılarından biri olan Gılgamış Destanı’nı, temel olarak bir kültür eleştirisi açısından ele alıyorsunuz. Oyunda yüzyıllardır süregelen arketipleri yıkma amacınız var. Ben şahsen oyundan ayrıldığım zaman “Gılgamış Destanı sanırım etkilenmemem gereken bir hikaye” diyerek ayrıldım. Antik kültür ile modern toplum normlarının çatışması, günümüzün modern insanının fikir dünyasına nasıl sirayet ediyor? Bugün hatalı olarak gördüğümüz köklerimizden kopmak çok mu zor?

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Özel Röportajı: Kamer Yıldız Ok

Evet, destanlar ve mitler var. Ama biz bunlara inandığımız sürece yeni bir üretim yaratamayacağız. Mesele köklerimizden kurtulmak değil. Köklerimizden kurtulmamalıyız zaten. Biz yeni şeyler üretmeli ve yaratmalıyız. Geçmişini bilerek geleceğine yön vermek denebilir buna.

Şu anki topluma bakarsak gençlerimiz 60’ları, 80’leri bilmiyor. Bu milletin ne büyük acılar çektiğini bilmiyor. O yüzden mitlere ve masallara sarılıyor. Destansız Gılgameş’in hikayesini sokaktan geçen biri de biliyor. Tam olarak ne olduğunu anlamasa bile onda da inanç arayışı var.

Benim Getto oyunundan çok sevdiğim bir söz vardır:

“Bir gece azgınının deli saçması sözleri, ona kapıldık gidiyoruz.”

Gılgamış bir tufandan sağ kalmayı başarabilen biri. Şu anda da tufan var. Birkaç yıldır bizi pençesi altına alan pandemide biz seninle bu sohbeti gerçekleştiriyoruz sonuçta. Peki, bizi nasıl anlatacaklar? Aslında biz de gelecek nesillerin köküyüz. Yani asıl önemli olan kökü değiştirebilmek, bir adım daha ileri gidebilmek.

Hep derler ya; “Tiyatro reddetmektir”. Hayır; tiyatro doğru yerde reddederek, itiraz ederek doğru sonuca ulaşmaktır. Bizim Destansız Gılgameş oyununda yapmak istediğimiz şey; bir sonuca ulaşmak, insansılaşmaktı. Tanrı ve tanrıçaların da aynı sorunlara sahip olduğunu göstermekti. Dert aynı dert, 4000 yıldır aynı şeyi tartışıyoruz.

Şu anda yöneticilerinden olduğunuz Tiyatro Kalemi’ndeki tiyatro anlayışı nedir? Tiyatro Kalemi bünyesinde gelecekte bizi hangi oyunlar ve turneler bekliyor?

Tiyatro kalemi aslen 2010 yılında İstanbul’da kuruldu. 2010-2016 yılları arasında İstanbul’da faaliyet gösterdi. 2016 yılından beri İzmir’de faaliyet gösteriyor.

Tiyatro Kalemi’nin aslında tek bir mottosu var: “Herkes farklı, herkes eşit”. Kurulduğumuz günden beri bu mottonun dışına çıkmadık. Evet bizim statülerimiz belli. Oyuncumuz oyuncu, yazarımız yazar, yönetmenimiz yönetmen. Fakat aslında hepimiz eşitiz. Biz Tiyatro Kalemi olarak bunu savunup bu eşitliği de oyunlarımıza yansıtmaya çalışıyoruz.

Tarz açısından bakacak olursak dramatik oyunlar da post-dramatik oyunlar da sergiledik. Ama hep tek bir düşüncemiz vardı. Şiddet ve taciz gibi konuları dahi sahneye tiyatral olarak aktarmak. Eril düşüncenin karşısındayım diyerek erilin kendisine saldırmaktansa çözüm odaklı olarak sahneye çıkıyoruz. Tiyatro Kalemi bu konuda çizgisini hiçbir zaman bozmadı.

Destansız Gılgameş oyunu, tür olarak şimdiye kadar sergilediğimiz oyunlardan biraz daha farklı. Grotesk bir oyunla seyirciye nasıl ulaşacağımızı henüz kestiremiyoruz. Oyunumuz çok taze, bu açıdan seyircinin geri dönüşlerine ihtiyacımız var.

Tiyatro Kalemi olarak birçok yere turne düzenleme çalışıyoruz. Fakat ekibimiz kalabalık olduğu için bu her zaman mümkün olmuyor. Çoğu zaman sponsor arayışına girmek zorunda kalıyoruz. Fakat tüm imkansızlıklara rağmen, Destansız Gılgameş haziran ayına kadar İzmir, Eskişehir, Afyon olmak üzere birçok yerde sergilenecek.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü için konuşmak gerekirse, tiyatro çağlar boyunca ayakta kalmayı başarabilen bir sanat dalı. Aslında hep ayakta kalmak zorunda bırakıldı. Açıkçası bunu yıkmanın çözümünü bilmiyorum. Devlet tarafından sanatı korumak için özel bir çaba mı gerekiyor? Yoksa sanatın ve sanatçıların birbirini desteklemesiyle gerçekten bir dayanışma kurması mı lazım?

Bence 27 Mart’ta dayanışmayı unutmamalıyız. Birbirimizin oyunlarına gidip yapıcı olmayan eleştiriler yapmak yerine birbirimizi üretmeye sevk etmeliyiz. Üretebilmek için seyirciye, oyuncuya, yazara, yönetmene ihtiyacımız var. Yani aslında insana ihtiyacımız var. Dünya Tiyatrolar Günü’nde “İnsan insana gerekiyor” mottosunu benimsememiz lazım.